• 9 yıl önce
1887 yılında bir Japon heyetinin İstanbul’a gelmesinin ardından, iade-i ziyaret olarak Osmanlı fırkateyni Ertuğrul’un Japonya’ya gönderilmesi kararlaştırıldı. Sultan II. Abdülhamit’in doğuya açılma siyasetine hizmet edecek böyle bir gemi ziyareti, geminin uğradığı limanlardaki insanlara da Osmanlı’nın hâlâ bir cihan devleti olduğunu ispatlamış olacaktı.

Gemi, 14 Temmuz 1889 tarihinde çoğunluğu Harp Okulu öğrencisi, subay, erbaş ve erler
olmak üzere 600’ü aşkın mürettabatı ile yola çıktı. Gemide, Japon İmparatoru Meiji’ye sunulmak üzere bir Osmanlı imtiyaz nişanı ve pek çok kıymetli hediye bulunuyordu. Ertuğrul, rotası üzerinde bulunan birçok limana uğradıktan sonra Yokohama Limanı’na ulaşıldığında takvimler 7 Haziran 1890’ı gösteriyordu.

Ertuğrul, üç ay boyunca Japonya’da kaldı. Personel, her limanda olduğu gibi burada da
büyük ilgi gördü ve resmî görevler yerine getirildi. Ancak kolera salgını, geminin yakasını
bırakmıyordu ve bu defa ciddi karantinalar gerektirecek boyutlara ulaşmıştı. Nihayet Eylül ayı ortasında dönüş için yola çıkılmasına karar verildi. Bu tarih, Japon sularında fırtınalar
mevsiminin ortasıydı. Nitekim gemi yola çıktıktan bir gün sonra şiddetli bir fırtına baş
gösterdi. Dalgalar, gemiyi bordadan dövmeye başladılar. Bir ara, grandi direği çöktü. Derken, kömürlükler su aldı. İki gün boyunca dalgalar üstündeki mücadele devam etti. Artık ne geri dönebiliyorlar, ne ileri hareket edebiliyorlardı. Sürüklenen gemi, Kashinozaki’ye doğru yöneldi. Gemide bulunanlar için bir umut belirmişti. Gitgide sahile yaklaşıyorlardı. Ancak sürüklendikleri bölge, kayalıkların tam ortasında bulunuyordu ve gemidekilerin bundan haberleri yoktu. Nihayet bütün gün sularla boğuşan Ertuğrul fırkateyni, saat 21’de bütün şiddetiyle kayalıklara bindirdi. Personelin çoğu, bu çarpma esnasında şehit oldu. Kazadan kurtulanların sayısı, ancak 69 kişiydi. Sonradan 150 kadar şehidimizin cansız bedenine ulaşıldı ve fener yakınına gömüldüler. Bugün bu fenerin yanında, Türk-Japon dostluğunu simgeleyen bir anıt mevcuttur.

-----------------------------

Yıllardan 1985’tir. İran-Irak savaşı sürmektedir. Bir gün Saddam Hüseyin’in emriyle, 24 saat sonra Tahran hava sahasının sivil uçaklar için dahi güvenli olmayacağı ilan edilir. Yani Irak, Tahran havaalanını vuracaktır. İran’da vatandaşları bulunan tüm Avrupa ülkeleri, derhal uçak göndererek vatandaşlarını 24 saat içinde Tahran’dan tahliye eder. İran’da çalışan Japonlar’ın yanında bir de otuz kişilik yaşlı turist grubu vardır. Japonya, bu süre içinde vatandaşlarını aldırmak için uçak gönderemeyecektir. Japonya’nın İran Büyükelçisi, olan biteni ümitsizlikle yakın arkadaşı olan Türk Büyükelçisi’ne aktarır, o da durumu Ankara'ya bildirir ve haber anında, dönemin başbakanı Turgut Özal’a ulaşır. Aynı anda, Itochu şirketinin eski Türkiye yetkilisi ve Özal’ın şahsi yakın arkadaşı Bay Morinaga da Özal’ı telefonla arayarak yardım ister. Düşünecek vakit yoktur, Özal hemen THY'ye talimat verir ve bir uçak, derhal hazırlıklarını yapıp sabaha karşı havalanarak Tahran’a iner. Burada 215 Japon vatandaşı vardır. Saddam Hüseyin’in tanıdığı sürenin dolmasına dakikalar kala Türk uçağı İran hava sahasına girer. Kaptan pilot Orhan Suyolcu, ikinci pilot Ali Özdemir ve uçuş ekibi, “Yüzyılın Kurtarma Operasyonu”nu gerçekleştirirler.

Bu hadise, Türkiye’de pek çok kişi tarafından Ertuğrul’un şükran borcu olarak değerlendirilir.

Tarihin sayfaları içerisinde yer alan bu iki olayın bir sinema filmi ile yeni nesillere aktarılması ve böylece birbirinden binlerce kilometre uzakta bulunan iki ülkenin kadim dostluğunun hatırlatılması projenin çıkış noktası oldu.

Önerilen