DİYARBAKIR ASLANI
Kalın kaşları dik bakışları
Umuda bir türküydü haykırışları
Susta durmazdı adı Yılmaz 'dı
Diyarbakır aslanıydı adam vurmazdı.
Ah be kadim dostum Yılmaz'ım,yine hatırladım,Dicle kıyısın da nehre saldığımız, karpuz kabuklarında yanan mum gibiydi hayallerimiz.Gülmemişti yüzümüz,uzaktan gelen, on gözlü köprüye çarpan suların sesi, bir umut olurdu yüreğimizde, kırdığımız onca şarap şişesinde, kaybettik öfkemizi.Bahar çok yakındı, gelmiyordu bir türlü, hep yarın derdi Yılmaz yarın.Gelmeyen yarın.Türküler söylerdi Yılmaz'ım, içinde hasret olan türküler, türküler söylerdi, memleketin bir tas ayranı yanında, kuru ekmek içinde soğanı olan türküler ve umudu ekti en amansız kayalıkların, güneş ışığında yanmış, çırılçıplak doruklarında.Büyüdü yüreklerde, sığmadan bedenlere, nefes oldu, inandı, vurulsa da sırtından her defasında.Döndü mü sanıyorsunuz Yılmaz, döndü mü.
Nasihat verirdi, nasıl unutayım, soğuk olur bu dağlar üşürsün derdi, doğanın bahşettiği bu olaya değil, bir anne şefkatinde sarıldığın kavganda, bir sıcak çorba olsun istersin ve uyanırsın rüyadan gün üşümek zamanı değil ve uyanmışken o içinde olduğun çocukça rüyadan, kalk artık, sıra sende, omuzla kavganı, biraz daha yol alalım, tükenmeye erken, geride kalmak bize yakışmaz.
Dalardık hayallere, Hançepek’in dar sokaklarında, yaşamak var ya derdi Yılmaz, yaşamak...
Bir çınar ağacına yaslanıp, göğsüne uzanmak var ya, yada ayrık otu gibi, toprağa tutunup, ilmek ilmek yaşamak var ya. Yaşamak, yaşanmamış sevdaları Egenin başladığı yerden, dalgaların seni sessizce uyardığı anda, çakıl taşları yerine, sevdiğin kadının kollarında, ahh uyanmak var ya. Dayan şafak söktü sökecek, seher yeli gibi deli esmek var ya. Zulüm nerede olursa olsun, gökyüzüne bakıp hayal kurmak var ya.
Kalın kaşları dik bakışları
Umuda bir türküydü haykırışları
Susta durmazdı adı Yılmaz 'dı
Diyarbakır aslanıydı adam vurmazdı.
Anlatırdı Dersimi, dinler gibi olurum derdi, Munzur'un sesini, Düzgün Baba'nın nefesini, Onca emeğini vermişken, hınzır paşanın ilmeğinde kalan yüreğini, korkulara saldı mı Pir Sultan, bir umut dolu hayal ile sır olurken darağacında. Var mıydı ölümden korkusu, arkadan haince vuran bir köpeğe siteminden başka. Çaldı sazını, söyledi türküsünü, milyonlar biliyor onun bu kavga öyküsünü.
Nice dostlarını arkasında bırakmıştı, isyan doluydu, düşmüşken yere son ana kadar direnen, umudu kanında arayan ve korkmayan, niceleri vuruldu sırtından, dalmışken en ateşli kavganın, bir film sahnesi gibi son düzlüğüne, korkmadılar sevdalardan, utanmadılar, içine düştükleri o sonu olmayan yolculuktan.
Yüreğime kurşun değdi, inanmak zor olsa da bir savaşçının kaderiydi. Sırtına saplanan bir ok gibi, arkadan sinsice ve hain bir emelin son durağı gibi. Ah Yılmaz’ım. Sen ki, nice badirelere siper yapmışsın göğsünü, dağların bitmez kayalıklarında. Korkmadan ay karanlığında, alnını sermişsin sevdanın ayaklarına. Öldürür mü seni bu kahpe kurşun. Duyar mı sesini kimse.
Diken üstünde yürüyen ayaklar, nasır tutmuş eller,
Kalın kaşları dik bakışları
Umuda bir türküydü haykırışları
Susta durmazdı adı Yılmaz 'dı
Diyarbakır aslanıydı adam vurmazdı.
Ah be kadim dostum Yılmaz'ım,yine hatırladım,Dicle kıyısın da nehre saldığımız, karpuz kabuklarında yanan mum gibiydi hayallerimiz.Gülmemişti yüzümüz,uzaktan gelen, on gözlü köprüye çarpan suların sesi, bir umut olurdu yüreğimizde, kırdığımız onca şarap şişesinde, kaybettik öfkemizi.Bahar çok yakındı, gelmiyordu bir türlü, hep yarın derdi Yılmaz yarın.Gelmeyen yarın.Türküler söylerdi Yılmaz'ım, içinde hasret olan türküler, türküler söylerdi, memleketin bir tas ayranı yanında, kuru ekmek içinde soğanı olan türküler ve umudu ekti en amansız kayalıkların, güneş ışığında yanmış, çırılçıplak doruklarında.Büyüdü yüreklerde, sığmadan bedenlere, nefes oldu, inandı, vurulsa da sırtından her defasında.Döndü mü sanıyorsunuz Yılmaz, döndü mü.
Nasihat verirdi, nasıl unutayım, soğuk olur bu dağlar üşürsün derdi, doğanın bahşettiği bu olaya değil, bir anne şefkatinde sarıldığın kavganda, bir sıcak çorba olsun istersin ve uyanırsın rüyadan gün üşümek zamanı değil ve uyanmışken o içinde olduğun çocukça rüyadan, kalk artık, sıra sende, omuzla kavganı, biraz daha yol alalım, tükenmeye erken, geride kalmak bize yakışmaz.
Dalardık hayallere, Hançepek’in dar sokaklarında, yaşamak var ya derdi Yılmaz, yaşamak...
Bir çınar ağacına yaslanıp, göğsüne uzanmak var ya, yada ayrık otu gibi, toprağa tutunup, ilmek ilmek yaşamak var ya. Yaşamak, yaşanmamış sevdaları Egenin başladığı yerden, dalgaların seni sessizce uyardığı anda, çakıl taşları yerine, sevdiğin kadının kollarında, ahh uyanmak var ya. Dayan şafak söktü sökecek, seher yeli gibi deli esmek var ya. Zulüm nerede olursa olsun, gökyüzüne bakıp hayal kurmak var ya.
Kalın kaşları dik bakışları
Umuda bir türküydü haykırışları
Susta durmazdı adı Yılmaz 'dı
Diyarbakır aslanıydı adam vurmazdı.
Anlatırdı Dersimi, dinler gibi olurum derdi, Munzur'un sesini, Düzgün Baba'nın nefesini, Onca emeğini vermişken, hınzır paşanın ilmeğinde kalan yüreğini, korkulara saldı mı Pir Sultan, bir umut dolu hayal ile sır olurken darağacında. Var mıydı ölümden korkusu, arkadan haince vuran bir köpeğe siteminden başka. Çaldı sazını, söyledi türküsünü, milyonlar biliyor onun bu kavga öyküsünü.
Nice dostlarını arkasında bırakmıştı, isyan doluydu, düşmüşken yere son ana kadar direnen, umudu kanında arayan ve korkmayan, niceleri vuruldu sırtından, dalmışken en ateşli kavganın, bir film sahnesi gibi son düzlüğüne, korkmadılar sevdalardan, utanmadılar, içine düştükleri o sonu olmayan yolculuktan.
Yüreğime kurşun değdi, inanmak zor olsa da bir savaşçının kaderiydi. Sırtına saplanan bir ok gibi, arkadan sinsice ve hain bir emelin son durağı gibi. Ah Yılmaz’ım. Sen ki, nice badirelere siper yapmışsın göğsünü, dağların bitmez kayalıklarında. Korkmadan ay karanlığında, alnını sermişsin sevdanın ayaklarına. Öldürür mü seni bu kahpe kurşun. Duyar mı sesini kimse.
Diken üstünde yürüyen ayaklar, nasır tutmuş eller,
Category
🎵
Müzik